10,217.17 TRY BIST 100 BIST 100
34.70 EUR EUR EUR
32.31 USD USD USD
4.50 CNY CNY CNY
0.13 CNY CNY/EUR CNY/EUR
44.91 TRY Interest Interest
83.66 USD Fossil Oil Fossil Oil
27.11 USD Silver Silver
4.61 USD Copper Copper
117.55 USD Iron Ore Iron Ore
384.00 USD Ship Dismantling Ship Dismantling
2,406.24 TRY Gold (gr) Gold (gr)

Prof. Dr. Deniz GÜNER: Kentsel dönüşüm nasıl olmalı?

Dokuz Eylül Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nden Prof. Dr. Deniz GÜNER ile mimarlığı, kentsel dönüşümü ve başarılı mimarileri konuştuk. Benzersiz yorumları ile mimarlığı farklı bir boyutta anlatan Güner’in röportajı sadece www.insaatnoktasi.com’da …

Prof. Dr. Deniz GÜNER: Kentsel dönüşüm nasıl olmalı?

Öncelikle kısaca sizi tanıyabilir miyiz? Mimarlık serüveniniz nasıl başladı?

1971 yılında İzmir’de doğdum ve üniversite eğitimi için İstanbul’a gidinceye kadar ailemin yanında, İzmir’in kültürel hayatı içinde yetiştim. 1988 yılında Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Bölümü’nü kazanmam ve ailemden ayrı olarak büyük bir metropolde tek başıma yaşamaya başlamam, hem birey olarak kendimi inşa etmemde hem de hızla dönüşmekte olan İstanbul’un kültürel ve mimari ortamında kendi mimari kaygılarımı, dertlerimi, önceliklerimi keşfetmemde derinden etkili oldu. Yine temelleri o dönemde atılan ve bugünkü çizgimi ve akademik kariyerimi de belirleyen, mentorlarım diyebileceğim Prof. Dr. İhsan Bilgin ve Prof. Dr. Uğur Tanyeli gibi Türkiye’nin mimarlık alanındaki duayenleri ile önce öğrenci sonra da meslektaş olarak devam eden ilişkimiz, meslek eğitimimin okul dışında da bir ömür boyu sürdüğünü göstermesi açısından önemlidir. Bu nedenle, mimarlık formasyonuna başlama anınızın, yani nerede, nasıl ve kimler ile başladığınızın tüm mimarlık serüveninizi doğrudan belirlediğini kendi hikâyem üzerinden rahatlıkla söyleyebilirim.

Malum sektör zor günler geçiriyor. Bu yıl inşaat mühendisliği bölümlerinin kontenjanları dolmadı mimarlıkta bu durum nasıl, genç mimarlara ya da mimar adaylarına ne gibi tavsiyeler verirsiniz?

Öncelikle, bir tespit ile başlayayım. Cumhuriyetin ilanından itibaren ülkenin kalkınmasında bürokratlar kadar etkili olmuş kişilerin başında seçkin teknokratlar gelmiştir. Bu zümreyi var eden mühendislik ve bilim alanlarına dair mesleklerin her daim popüler ve makbul oluşu, Türkiye’de her ailede 2-3 kuşak boyunca mutlaka bir mühendis, mimar, doktor, avukat veya öğretmenin bulunması, ülkenin kalkınmacı ideolojisiyle ve bu mesleklere atfedilen saygınlık ile yakından ilgilidir. Prof. Dr. Nilüfer Göle’nin 1986’da yazdığı Mühendisler ve İdeoloji kitabı bu durumu örnekler üzerinden müthiş iyi bir şekilde analiz eder. Kitabın yazıldığı tarih de ayrıca önemlidir, çünkü Türkiye’nin geçirdiği kültürel-ideolojik bir dönemeçte yazılmış, 1980’lerden itibaren başlayan özelleştirmeler ile birlikte ülkenin ekonomi-politiği liberalizme doğru kaymaya, öncelikler de akslar da hızla değişmeye başlamıştır. Dış dünyaya eklemlenmeye çalışan, bu nedenle de rekabete çok daha fazla açık kalan Türkiye’de önceki dönemlerin garantili sayılan saygın meslekleri yerlerini reklamcılık, yayıncılık ve turizm gibi hizmet sektörünün parlayan, yenilikçi ve rekabetçi mesleklerine bırakmıştır. 1990’larda ise ikinci dalga gelecek, internet erişiminin yaygınlaşmasıyla birlikte hem tüm meslekler bir kez daha hızla dönüşecekler, hem de rekabetin ölçeği küresel bir boyut kazanacaktır.

Küreselleşen bir dünya içinde artık rakipleriniz yalnızca kendi okulunuzdaki veya ülkenizdeki yeni mezunlar veya meslektaşlarınız değil, aynı iş veya pozisyon için başvuruda bulunan uzak coğrafyalardaki becerikli, deneyimli veya başarılı kişiler olmaya başlayacaktır. Bugün önemli bir firmaya yapacağınız iş başvurusunda değil de, herhangi amatör bir ekinliğe, bir öğrenci çalıştayına katılmak istediğinizde bile başkalarının gönderdiği etkileyici CV’ler ve çarpıcı portfolyolar ile savaşmanız, aralarından sıyrılmanız gerekmektedir. Yalnızca görünüşündeki veya tasarımındaki etkileyicilikle değil, içeriğiyle de yani göstermiş oluğunuz performans ile de dikkat çekici olmanız, girmeyi hedeflediğiniz şirketin Bilgi Bankası’nda hâlihazırda bekleyen yüzlerce CV-Portfolyo havuzunun içinden sizi öne geçirebilecek özelliklere sahip olmanız gerekmektedir. Bu yeni rekabetçi dünya düzeninde, eğitim aldığınız okul veya başarı dereceniz artık sizi “yeterli” kılmaya yetmemektedir. Bunların üzerine koymanız beklenen yüksek lisans derece(leri), bildiğiniz yabancı dil(ler), bitirdiğiniz sertifika program(ları), meslek dışı becerileriniz, daha önceki deneyimleriniz, performansınız, ekip içinde çalışma yeteneğiniz, liderlik vasfınız, kriz yönetme beceriniz, inovatif-kreatif-yaratıcı kişiliğiniz, adanmışlığınız yani işe/firmaya kendinizi adama vaadiniz… vb sizi diğerlerinden bir adım öne çıkaracak bu yeni dünyanın başat kriterleri olmaya çoktan başladı bile. Özetle, sizinle benzer mesleki eğitimi almış rakipleriniz arasından sıyrılmanızı sağlayacak, farklılaşmanızı görünür kılacak, özgün yetenek-beceri ve donanımlara sahip olmanız beklenmektedir.

Ünlü sanat tarihi profesörü Jonathan Crary, 2015’te yayımlanan 7/24; Geç Kapitalizm ve Uykuların Sonu adlı kitabında, bizlerden kendimizi şirketlere adamamızı isteyen çağdaş kapitalizmin talepkar mantığını ve doymak bilmez açgözlülüğünü müthiş bir çarpıcılıkla gözler önüne seriyor.  Gece-gündüz, bayram seyran demeden her zaman işi düşünmemizi, verimlilik adına patronların bile aklına gelmeyen yaratıcı fikirleri sürekli üretmemizi,  özel hayatımızın yerine iş hayatımızı koymamızı, kısacası küresel kapitalizmin devamlılığı için kendimizi işe adamamız gerektiğini, yoksa bu güvencesiz ve rekabetçi ortamda yerimizi almaya hevesli binlerce gencin olduğu iddiasını derinlemesine inceliyor. Küreselleşmenin ve çağdaş kapitalizmin doğurduğu bu yeni durum, üniversite eğitiminin niteliğini ve içeriğini hem daha hayati hale getiriyor, hem de bu eğitimin performansını giderek daha fazla sorgulamamıza neden oluyor. Bu noktada, şöyle kritik bir noktaya geliyoruz: Üniversite eğitimi, piyasa koşullarının hızla değişen beklentilerini, beceri ve farklılaşma taleplerini öğrenciye veremez!

Bunun iki nedeni var:

İlk olarak, Geç-Osmanlı döneminden itibaren bu coğrafyada kurumsallaşmaya başlayan üniversiter eğitim ile kalkınmacı-ideolojik yapı arasında doğrudan bir ilişki var. Prof. Dr. Uğur Tanyeli’nin “Bina Başka Şey, Mimarlık Başka, Kurumlaşma Başka...”  ve “Türkiye’de Okullar Nasıl Olmalı? Mecazi ve Gerçek Anlamıyla Öğretim Yerine Erişim Mimarisi”  adlı yazılarındaki çarpıcı tespitler, Genç Osmanlı’dan itibaren kurulan ilk yüksek eğitim kurumlarının hepsinin meslek edindirme hedefi ve müfredatı ile kurulmuş olduğunu gözler önüne seriyor. Geç-Osmanlı’daki üniversiter eğitimin, meslek yüksek okulu formatında kurumsallaşan, müfredata ve ezbere dayalı yükseköğrenim sistemi ile özgür düşünce ve sorgulamayı merkezine alan Avrupa’daki üniversiter eğitim mezunlarının aralarında keskin farklar olduğu açıkça görülüyor. Mevcut dünyayı, piyasa koşullarını ve gidişatı değiştirecek fikirlerin gelişmesine ev sahipliği yapan, sorgulamayı ve bireyselliği teşvik eden, eleştirel düşünceyi ve özgürlükçü eğitim atmosferini sağlayabilen üniversite kurumlarının günümüz Türkiye koşullarında ne kadar mümkün olabildiği, gerek YÖK gerekse Avrupa Yükseköğretim Alanı’nı oluşturmayı hedefleyen Bologna Süreci’nin devlet ve vakıf üniversiteleri arasındaki ufak nüans farklılıklarını bile nasıl ortadan kaldırdığını, türdeş müfredatlar ile nasıl benzer kılındığına hepimiz şahidiz.

İkinci olarak, böylesine türdeş mesleki eğitimlerin verildiği bir ortamda, farklılaşma talebini ancak öğrencinin kendisi yaratabilir! Verilen teknik mesleki bilginin ve müfredatın ötesine geçerek, merak edip, kuşku duyarak kendini geliştirebilen, dünyaya karşı eleştirel ve sorgulayıcı bir tavır takınabilen üniversite öğrencisi sayısının nadir denebilecek sınırlı bir oranda kalması, buna karşın mezuniyet sonrasında beklenilen deneyim ve becerilerin de tam bu eğitim sırasında edinilmiş olmasının gerekliliği, eğitim sistemimizin temel açmazları arasındadır.

Avrupa Birliği’ne göre mimarlık mesleği, hukuk ve tıp ile birlikte, insan yaşamına doğrudan etki eden en önemli üç ana meslekten birisi olarak tanımlanmıştır. Bu nedenle, gerek mesleğin (19.yy’dan beri süregelen) saygınlığının, gerekse kontenjanlara (en azından devlet üniversitelerindekilere) olan talebin uzun vadede azalmayacağı öngörülmektedir. Asıl sorun, her yıl açılmakta olan yeni mimarlık ve inşaat bölümleri ile mevcut bölümlerin sürekli artan kontenjanları düşünüldüğünde mezunların değişmekte olan çağın koşullarına kendilerini nasıl hazırlayacaklarıdır.

Şehrin silueti hakkında ne düşünüyorsunuz?

Şehir silueti, değişken bir olgudur. Hangi zamanda, nereden bakıldığına bağlı olarak sürekli değişiklik gösterir. Mesela İzmir gibi bir kıyı kentinin tarihine ilgi duyup, şehir siluetleri içeren gravürlere baktığınızda, kent görünümünün gezginler tarafından neredeyse 19.yy’a kadar hep İzmir Körfezi’nin üzerinden, yani şehrin denizden görüldüğü şekliyle siluet halinde çizildiğini görürsünüz. Kadifekale yamaçlarında kurulmuş İzmir kentinin tarih boyunca geçirdiği değişimleri, şehrin siluetinde ortaya çıkan veya zamanla ortadan kaybolan yapılarını 16. yy’dan itibaren yapılmış bu gravürlere bakarak rahatlıkla takip edebilirsiniz. Öte yandan 18. ve 19.yy’lardan itibaren ise, artan kervan ticareti nedeniyle, şehri kaydeden gözün konum değiştirdiğini kenti bilmeyen biri bile hemen fark edebilir. Artık gezginin şehirle karşılaştığı ilk an, yapılan gravürler ve yeni çıkan fotoğraf makinaları sayesinde kente uzaktan bakış sağlayan Buca Ovası veya Eşrefpaşa yamaçları olmaya başlamış, yani İzmir’in antik dönemden beri var olan kent kapılarından şehrin değişen siluetini çizmek/fotoğrafını çekmek giderek popüler bir temaya dönüşmüştür.
Şehircilik tarihi ve kent kuramı, 19.yy’dan 1980’lerin başına kadar kenti bir tasarım nesnesi olarak ele almış, kentin planlanmasından güzelleştirilmesine, siluetinden peyzajına kadar dengeli ve ahenkli bir bütünlük kurma iddiasındaki modernist planlama geleneği ile sürdürülmüştür. 1980’ler sonrasındaki dönemde ise, bu modernist iddianın çözülmesinin ve kentin tümünün bir plan dâhilinde tasarlanıp kontrol edilemeyeceğinin anlaşılmasından sonra, “organizma” metaforu ile özdeşleştirilen metropoller, stratejik planlar ile dolaylı olarak kontrol altında tutulmaya çalışılmıştır. Neo-liberal anlayışın ve küreselleşen kapitalizmin biçimlendirdiği “gezegensel kentleşme” çağında ise bu kontrol etme hayalinin de hızla gündemden çıktığını, şehir siluetlerinin umulmadık yerlerdeki dönüşümler ile bir anda değişiverdiğini ve aniden yeşilden griye dönüşebildiğini görmekteyiz. Bu yüzden günümüz şehirlerinin siluetleri de tıpkı hareketli ekolayzer çubukları gibi hızlı ve radikal değişkenlikler gösterip, şehrin üzerindeki kapital birikimini ve rant baskısını görünür kılmakta, sıcak para olarak dolaşan küresel sermayenin şehrin en umulmadık bölgelerine yığılıp, oralarda aniden nasıl cisimleştiklerini göstermekteler. 

Bir mimar olarak imar barışı sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz?

İster “af”, ister “barış” densin, ne ad konulursa konsun, siyasal erkin mekânsal planlamayı yok sayan her eyleminin ülkeyi çok gerilere götürdüğünü düşünüyorum. Bu af meselesi, devlet erkinin mekân üzerindeki her türlü rantı kontrol etme ve düzenleme yetkisinden feragat etmesinden, kontrolünden çıkarak kaçak yapılaşmış dünyayı “af ederek/barış ilan ederek” yeniden kontrolü altına almış gibi gösterme gayretinden başka bir şey değildir.

Türkiye’nin kentleşme tarihine bakıldığında, devlet erkinin mekân planlaması üzerindeki ilk erk kaybının, yani daha sonraları “gecekondu” adını alacak enformel yapılaşmaların 1940’ların ortalarından itibaren görünmeye başladığını biliyoruz.  Ülkenin tüm büyük kentlerini dönüştürerek, onlara günümüzdeki plansız ve düzensiz karakterlerini veren şeyin, son 80 yıldır yaşamakta olduğumuz politik, toplumsal ve mekânsal dinamiklere eşlik eden kent suçları/afları olduğunu da rahatlıkla söyleyebiliriz.

1940’ların ortalarından itibaren büyük kentlere doğru başlayan kitlesel iç göç nedeniyle hükümetler, önceleri Gecekondu Önleme Bölgeleri gibi büyük kentlerin dışında tampon kentler ve bölgeler oluşturacak yeni imar alanlarının üretimi, konut kooperatifçiliğinin teşviki daha sonra ise Toplu Konut İdaresi’nin gerçekleştirdiği düşük ve orta gelirliler için toplu konut üretimleri gibi çabalarla, yani mekânsal planlamanın araçlarını kullanarak kentleri ve sosyal yapıyı denetim altında tutma gayreti gösterdiler. Öte taraftan, 1980’lerin özelleştirme odaklı liberal politik atmosferi içinde sıklıkla gündeme getirilen “aflar” sayesinde illegal mekânsal pratikler legalleştirilmiş, kentsel mekân sıklıkla siyasetin, özellikle de seçimlerinin başat konusu yapılagelmiştir. 1980’lerden itibaren sosyal devletin asli görevi olan konut edindirme ve sağlama görevinden feragat edişiyle birlikte, vatandaş kendi enformel yapılanmasını ve illegal çözümlerini tesis etmiş, kamusal alanlar ve hazine arazileri üzerindeki denetimsiz yapılaşma girişimlerini yağmaya dönüştürmüştür. Bu nedenle, günümüzde kent içinde afet durumlarında toplanabileceğimiz herhangi bir kamusal boşluğun kalmayışının, yapılaşma izni olmayan kıyılar, ormanlar, tatlı su kaynakları veya dere yatakları gibi korunması gereken doğal alanların hızla kaçak yapılaşması, ilçe belediyelerin ellerinde üzerine Sağlık Ocağı, İtfaiye… vb. kamusal hizmet binalarını yapılacakları kent içi kamu veya hazine arazilerinin kalmaması, kısacası aflar ve barışlar yoluyla geleceğimizin elimizden alınmış olması, herkesin bildiği, göz yumduğu, fırsatını bulduğunda nemalandığı bu yıkıcı yağma ancak,  TMMOB Mimarlar Odası ve Şehir Plancıları Odası’nın ısrarla vurguladıkları gibi, kolektif bir kent suçu olarak tanımlanabilir.

Kentsel dönüşümü nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kentler doğaları gereği her zaman dönüşmektedirler. Türkiye gibi mekânsal planlamanın siyaset yoluyla sekteye uğratıldığı, manipüle edilerek rant üzerinden yeni kapital birikimlerine dönüştürüldüğü ülkelerde ise kent ve onun dönüşümü siyasetten bağımsız konuşmamız pek mümkün değildir. Bu yüzden tersinden hayal edelim, Çin’de olduğu gibi ülke içindeki nüfus hareketliliğinin katı bir biçimde kontrol edildiği ve mevsimlik işçi hareketliliği dışında iç göçe izin verilmediği bir ülkede yaşadığımızı, ülke-bölge-kent planlama kararlarının düzenli bir biçimde uygulandığı bir yerde olduğumuzu hayal edelim. Sonuç oldukça şaşırtıcı olacaktır: bölgesel yığılmaların olmadığı, Türkiye nüfusunun maksimum 1-2 milyonluk kentlerde yaşadığı, kentsel ve doğal kaynakların kontrol edilip, sürdürülebilir kullanıldığı ütopya benzeri bir dünya! Böylesi bir dünyada kentin değişim dinamikleri de doğal olarak sınırlı ve dengeli olacaktır. Öyle ki, 2.5 milyonluk nüfusu ile İstanbul’un Türkiye’nin ancak 3. büyük kenti olabildiği bir ütopik dünyadır burası.

Böylesi bir dünyadaki değişim dinamikleri ile her şeyi kontrolsüz ve denetimsizce tüketen 15.5 milyonluk İstanbul adlı megalopolün değişim dinamikleri arasında doğal olarak kritik farklar olmalıdır. 1965 yılına çıkarılan Kat Mülkiyeti Kanunu’na kadar Türkiye kentlerindeki yapılaşma ve imar hızının oldukça yavaş olduğu bir dönemden, kat karşılığında inşaat yapan müteahhit figürünün ve “yap-satçı” sisteminin doğuşuna, devletin ve belediyelerin konut üretme görevinden çekilerek yerlerini mülk/arazi sahibi ile müteahhit’in işbirliğine bırakan yeni imar düzeninin ve yapı üretim süreçlerinin tüm kentlerin karakterini birdenbire belirlemeye başladığı o kritik değişim anından bahsediyoruz.

Tüm bu değişimler, denetimsizlikten ötürü fiziksel ömrü ve inşai kalitesi çok düşük olan  niteliksiz yapılaşmış çevreleri ürettiği gibi, imara açılmamış veya altyapısız alanların hızla yarı-kentsel-kırsal alanlara dönüşmesine de neden olacak ve Türkiye kentleşmesine “çarpık kentleşme” olarak adlandırılan ana karakteristiğini verecektir. Bugün deprem riskini bahane ederek “kentsel dönüşüm” altında yapılmaya çalışılanlar, ekonomik güçleri bu niteliksiz konutları yıkıp yenilerini yapmaya gücü yetmeyecek olanların yaşam alanlarını, altyapı yatırımları yetersiz bu niteliksiz sıkışık dokuları dönüştürerek içinde yaşanabilir kentsel alanlar ve donatılar üretme hayalidir.

Kentsel dönüşüm adı altında geldiğimiz durum, verdiği desteklere rağmen devlet bu dönüşümün bedelini mal sahiplerine ödetmekte, yüklenicinin maliyetini ise yoğunluğu iki katına çıkararak çözmeye çalışmakta, parsel bazında gelişmiş sıkışık kentsel dokuların yoğunluklarını iki-üç katına çıkararak daha da yaşanılmaz kent fragmanları üretmektedir. Tüm bu kentsel dönüşüm vakalarından çıkarılabilecek temel sonuç, bilimsel şehircilik kurallarına ve adaletli mekânsal politikalara önceki dönemlerden çok daha fazla ihtiyaç duyduğumuzdur.

Mimari olarak Türkiye’de beğendiğiniz projeleri örneklendirebilir misiniz?

Bir mimarlık tarihçisi ve eleştirmeni olarak Türkiye’deki mimarlık pratiğini değerlendiren kitap ve sergi projeleri içinde sıklıkla bulundum, seçici kurullarda ve jürilerde görev aldım. Beğeniden ziyade, gelişmekte olan inşaat kültürünü ve Türkiye’nin ekonomik-politik koşullarını da dikkate aldığımızda, mimarın işveren ile uyumlu bir birliktelik yakalayıp fikirlerini olabildiğince hayata geçirebilmesi, hatta sonuç ürünün kaliteli ve presizyonu yüksek bir bitiş ile tamamlanabilmesi sıklıkla karşılaştığımız bir durum değildir. Bu nedenle nitelikli bir fikrin, aykırı bir düşüncenin Türkiye koşullarında hayat bulabilmesinin, görünürlük kazanabilmesinin bile çok kıymetli olduğunu düşünüyorum. Bu bağlamsal konjonktüre ek olarak, Türkiye’de her tür inşaî/mimari faaliyete kâr getirecek bir gayrimenkul yatırımı veya yatırımın değerini artırıcı bir faaliyet olarak bakma eğilimi nedeniyle projeler, daha tasarım aşamasında bile gereğinden fazla rasyonel, pragmatik ve fizibıl olarak tasarlanmaktalar. Bu anlayışın dışında kalabilen girişimler, projeler ve çalışmalar, yaptıkları Don Kişotluk nedeniyle, ana akımın dışında kalma cesareti gösterdikleri ve aldıkları radikal tavırlar nedeniyle benim dikkatimi çok daha fazla çekiyorlar. İşlerindeki o enfes presizyon nedeniyle Ahmet Alataş Workshop’un tüm işlerini, Alper Derinboğaz’ın ufuk açıcı vizyoner düşünme tarzını, Ömer Selçuk Baz’ın malzemeye ve yapma bilgisine kıymet veren tüm işlerini, “Arme” (2018) adlı projesini Gaziantep’in çeperinde hayata geçiren Murat Parlak Architects gibi genç tasarımcıların inşaat sektörünün bilindik yapma bilgisini, inşaat tekniklerini, alışkanlıklarını dönüştürme gayreti nedeniyle çok kıymetli ve ilham verici buluyorum.

 

 

-------------------------------------------------------------------------------

  Uğur Tanyeli, “Bina Başka Şey, Mimarlık Başka, Kurumlaşma Başka...”, Arredamento Mimarlık 337, 12-2019, ss.6-7.
  Uğur Tanyeli, “Türkiye’de Okullar Nasıl Olmalı? Mecazi ve Gerçek Anlamıyla Öğretim Yerine Erişim Mimarisi” Arredamento Mimarlık 334, 09-2019, ss. 6-7.
  Bülend Tuna, “Mimarlık Bölümlerinin 2019-20 Kontenjanları Üzerine Kısa Bir Değerlendirme,” 20 Temmuz 2019. http://bulendtuna.blogspot.com/2019/07/mimarlk-bolumlerinin-2019-20.html (Son Erişim 20.08.2020)
  Sezai Göksu. (2009). “‘Karikatür Meskenler, Teneke Mahalleler’ – 1945-1950 Arası İzmir’in İlk Gecekonduları Üzerine Tarihsel Bir Araştırma” içinde Serap Kayasü, Oğuz Işık, Nil Uzun, Ebru Kaymacı (Yay. Haz.) Gecekondu, Dönüşüm, Kent; Tansı Şenyapılı’ya Armağan, Ankara: ODTÜ Mimarlık Fakültesi Basım İşliği, ss.125-147.
  Anonim. “Türkiye’de Herkes Kendi Memleketinde Yaşasaydı İllerin Nüfusu Ne Olurdu Haritası (2019 Yılı)” 18.06.2020. https://www.drdatastats.com/turkiyede-herkes-kendi-memleketinde-yasasaydi-illerin-nufusu-ne-olurdu-haritasi-2019-yili/ (Son Erişim 20.08.2020)


Prof. Dr. Deniz Güner
DEÜ Mimarlık Bölümü Öğretim Üyesi

 

Haber / Ayşe Nur Ustaoğlu

Comments

No comment yet.

Only +plus subscribers can access this content.

SUBSCRIBE now to share your thoughts on the markets and get more comments.
SUBSCRIBE If you already have an account Sign In

Most read news

Housing prices increased in February

Wednesday, April 24, 2024

The rate of rent increase for workplaces is determined

Monday, December 4, 2023

Housing sales in Türkiye decreased in October

Thursday, November 16, 2023

House Price Index increased by 7.3 percent in July

Monday, September 18, 2023

122 thousand 91 houses were sold in Türkiye in August

Saturday, September 16, 2023
Follow List
Expand
Your watch list is empty

Add your favorite commodities for quick access and don't miss the latest price change news.


There are no news categories you follow
Edit Notification Preferences
E-bulletin subscription
Sign up to receive the latest news and daily iron prices by e-mail and sms
Become a Plus Subscriber Now!
Try it free for 3 days!
Subscribe Now
Neutral Prices
Be informed
Provincial Iron Prices
Comments and Analysis
Subscribe Now